10 Mart 2025

AKP’nin “politika yapma” üslubu

Türkiye, içinde birden fazla siyasi çizginin iktidar olmak için tarafların belirli kurallar içinde birbiriyle mücadele etiği bir toplum değil, bugünün AKP ideolojisini benimseyen birilerinin bunu benimsemeyenlerin topunu sınır dışı etmeye çalıştığı bir “muharebe meydanı”

Recep Tayyip Erdoğan komutasında AKP öncelikle sertliğe dayanan bir politik çizgi ve üslup tutturmaya karar verdi. Bu karar, genel “İslamcı” cephe içinde herkesi mutlu etmedi. Türkiye’nin siyasi yelpazesinin bu bölgesinde duran birçok kişi kendi çizgisini Erdoğan’ınkinden ayırdı. Bunların çoğu sesini çıkarmadan gelişmeleri izlemeye karar verdi. Onların bu sessiz duruşu tercih etmeleri sonucunda Tayyip Erdoğan’ın ortaya koyduğu politik çizginin Siyasi İslam’ın şaşmaz çizgisi olduğu inancı pekişti.

Oysa, gerçekten böyle mi? Böyle olduğu kanısında değilim. Hüseyin Çelik’ten Abdullah Gül’e, AKP içinde politika yapmış birçok kişinin bu tarzı onayladığını sanmıyorum. Ayrıca, AKP içinde er alan birçok kişinin de bu gidişten endişe duyduğu, benim “kanaatim” olmaktan çıkmış, birçok yerde sık sık dile getirilen bir bilgi olmuş.

Gel gör ki, sonuç olarak, “ses çıkmıyor.” Öyle olunca da bu cenahın ancak böyle siyaset yapabileceği görüşü haklılık kazanıyor.

Siyasi İslam, özellikle Türkiye ortamında, radikal bir politik çizgi olarak tanınıyor. Radikal politika dediğimiz politika da normal olarak “militan” kadrolar tarafından yürütülür. Türkiye’deki Marksist çizgi içinden birinin iktidar olmayı başardığını düşünelim. İcraatı öteki Marksist gruplarınkine uymasa da, bunlardan birinin iktidar olması öbürlerinin de ona yöneltecekleri eleştiriyi yumuşak dozda tutmalarına yol açacaktır. Burada da böyle bir durum sözkonusu. İslamcı bir parti nasıl yapmışsa yapmış, iktidar olmuş. Onun bu iktidarını zayıf düşürecek bir çizgi, bir söylem tutturmak bu cephede bir “ihanet” olarak da algılanabilir. Onun için bu sessizlik bir “onaylama” anlamına gelmez. Ama Tayyip Erdoğan politikası, sık sık, insan aklını zorlayan bir yerlere gelip dayanıyor. Vedat Milor’dan günde birkaç örneğini gördüğümüz “çifte hukuk”,

Çifte Standart örneklerine, siyasi İslamcılar dahil herkese “Bu kadarı fazla” dedirtecek olaylar yaşanıyor. Gene ses çıkmıyor. Demek ki, “Siyasi İslam böyle siyaset yaparmış” diyecek bir ortam yerleşiyor.

Tayyip Erdoğan komutasında AKP, belli ki bir “savaş” olarak görüyor: Türkiye, içinde birden fazla siyasi çizginin iktidar olmak için tarafların belirli kurallar içinde birbiriyle mücadele etiği bir toplum değil, bugünün AKP ideolojisini benimseyen birilerinin bunu benimsemeyenlerin topunu sınır dışı etmeye çalıştığı bir “muharebe meydanı”. “Kent Lokantası” olayını işlemez hale getirmek için iktidarın gösterdiği gayreti başka nasıl açıklayabiliriz?

Bu kurumlara karşı savaş açılması en yeni örnek olduğu için onu söylüyorum ama iktidarın kendi adaylarını seçmeyen illeri cezalandırmak üzere yaptığı işlerin sonu yok. 

Goebbels’in propaganda bakanlığı ilkeleri çerçevesinde çalışan militan AKP gruplarının muhalefeti karalamak için başvurduğu yöntemlerin siyasi ahlakla ya da herhangi çeşitten bir ahlakla bağdaşır tarafı yok. Bu politik çizgide ısrar eden iktidar partisi öncelikle toplumun genel ahlak anlayışı üstünde uzun vadeli bir tahribat yarattığını görmemiz gerek. İçinde bir tek gözü ara bir partizanlığın bir “değer” olarak kabul gördüğü bir toplum yaratma yolunda hızla ilerliyorlar. Bu üslup toplumda birbirinin “amansız” düşmanı olarak varolan (ve bir kısmı uzun süre varolamayacak) iki cephe yaratacaktır. AKP’nin Türkiye siyasi tarihine katkısı bu olacaktır. Tebrikler, AKP. 

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

 

Yazarın Diğer Yazıları

Barış (Mı?)

Sürecin mimarları ne tavır alacak, “barış” dedikleri şey ne menem bir “barış”tır (kayyum rejimi midir, sözgelişi?), asıl belirleyici olaylar burada oluşacak. Şu anda iktidarda olan, yani bu görüşmeleri buraya kadar getiren kadrolar “barış”la ne kadar barışıklar?

Yeni aşama

Bir iki “tadilat” daha yaptık mı istenen toplumun kurumsal yapısı yerleşmiş olur. Geriye “ad”ını koymak kalır. Ama madalyonun öbür yüzüne bakmadık. “Öbür yüzü”, yani bu değerleri benimsemeyen Türkiye

İktidar ne yapıyor?

Çok kişi, politikanın içinde olanlar, aydınlar, muhalifler Türkiye’nin hiçbir zaman bu kadar kötü yönetilmediğini söylüyorlar. Buna katılmamak mümkün değil. Ama “kötü” yönetmekten ne anlıyoruz? Niçin böyle oluyor?

"
"